Hayri Esmer ile Sergi Söyleşisi
Hayri Esmer’in Fragmentation/Parçalı Olma Hali başlıklı sergisi 2007 yılından bu yana yaptığı çalışmaların içerisinden seçilen bir tür retro-kompozisyon. Monokrom resimlerden, çok-renkli ve çok-parçalı resimlere, minimal formlardan, simgesel olanlara geçişi de özetleyen bir genişliğe sahip. Bir tür zamanların kesişmesi ve zamanlararası geçiş sanki.... Esmer’in çalışmalarında bu kendi kendisini yenileyip dönüşüyor. Bitmeyen bir yap-boz oyunu gibi.
Öte yandan sanatçının işlerinde mimarlık ve kent ile olan ilişki de büyük bir öneme sahip. Geometri, geometrik formların düzeni, simetri, çizgiselliğin, içiçeliği ve nihayetinde bunların biraradalığı… Bu tanımlar, resim ve mimarlıkta ortak yönler. Böylece sanatçı, kentlerin yapısal ve çok-renklilik şeklinde beliren, bir tür “görsel kültürel kodlara” dönüşen yönlerini de ele almakta. Bu vesileyle geçmişten bugüne, olgulardan olaylara nispeten kapsayıcı bir görüşmeyi gerçekleştirme şansımız oldu Hayri Esmer’le. Gelin sanatçıdan dinleyelim süreci, biz de aralara sorular sorarak anımsatma görevini üstlenelim.
Fırat Arapoğlu-Hayri Esmer
Resimleriniz ve genelde projeleriniz/deneyimleriniz öncesinde ve esnasında ne tür olgular/olaylar üretme arzunuzu arttırır ve diri tutar? Bununla birlikte ne tür olaylar heyecanınızı engeller ve bir süre sizi alıkoyabilir?
Yaşadığımız gündelik olayların sıradışı yönleri olabildiği gibi, bazen bir yazı, şiir ya da zaman içerisinde içselleşmiş, olgunlaşmış ve dışavurulmayı bekleyen bir dürtü de üretme arzusunu harekete geçirebilir. Hatta bazen başka bir sanat yapıtı bile güçlü bir üretme arzusu yaratabilir. Hayranlık uyandırıcı her tür fikir ve üretimlere karşı zaafiyetim var. Genelde yaşadıklarım karşısında tepkilerimi gizleyemem ve üzerinde tekrar düşünmek üzere çizgisel notlar alırım. Sıradışı ve içinde düşünsel bir perspektif barındıran her fikir ve imge beni heyecanlandırır ve üretmeye kışkırtır.
Sorunuzun ikinci kısmıyla ilgili olarak da, tüm gelişmişliğimize, teknolojik donanımlarımıza ve sorunların üstesinden gelebilme potansiyelimize rağmen, yaşadığımız kurumlarda, ülkede ve coğrafyadaki pek çok ‘saçma’ ya da ‘bize özgü’ kavramlarıyla açıklanabilecek olaylar, umut kırıcı olmaya, üretimimizi kesintiye uğratmamıza ve önceliklerimizi değiştirmeye zorlamaktadır.
Peki, bu arada uzunca bir süredir sanatta yer alan bir tartışmaya dair fikirlerinizi merak ediyorum: Akademisyen olmak ve sanatçı olmak arasındaki farkın sürekli deşilmesi ve sorgulanması. Bu her iki kimliği taşıyan bir isim olarak, siz bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Eskiden böyle miydi? Pek kestiremiyorum ama akademiler ‘sanattan’ uzaklaşıyor. Akademisyenler de ileride sanat yapmayacak gibi geliyor bana. Son 10-20 yılda akademisyen ve sanatçı arasındaki fark epeyce derinleşti. Bizim öğrencilik yıllarımızda firesiz bir şekilde tüm hocalarımız inanarak sanat yapar ve sergiler açardı. Eğitim kurumlarında sanat yapmayan da doğal olarak ötekileşirdi. Bugün böyle değil. Çoğu akademisyen artık sanat yapmıyor ve bu çok normal görülüyor. Belki de öyledir... Akademiler, sanat ortamındaki belirleyici rollerini piyasaya kaptırdılar. Türkiye’de 80’lere kadar sanat piyasasında en etkin güç, kuşku yok ki akademiler idi. Bugün öyle mi peki? Bana göre değil. Son 30 yılda çok çeşitli nedenlerle ivme kaybetti, çağın gerisine düştü. Artık sanatsal açıdan piyasanın etkisinde yola devam eder durumdalar. Buradaki sanatçılar, bürokratik detayları çetrefilleşen ve neredeyse en verimli zamanı alan bu ortamda yaşamakta zorlanıyorlar. Bürokrasinin egemen olduğu bu ortamda, bürokrasi ile sanatın dili örtüşmüyor. Bu nedenle de akademisyen ile sanatçı arasındaki fark gittikçe derinleşiyor ve ayrışıyor. Ben bu bağın koptuğunu düşünenlerdenim. Ancak herşeye karşın buralarda sanatçı yok diyemeyiz. Dolayısıyla da akademilerdeki en iyi sanatçılar, akademik ortamlara kendini en az bağlı hissedenlerdir.
Eğer çalıştığınız alanda siz varolmasaydınız; hangi sanatçı olmayı ve spesifik olarak hangi resimleri üretmeyi isterdiniz? Buradan hareketle bugün çağdaş sanat alanını ve Türkiye Resim Sanatı ve günümüz sanatının bugünkü durumunu kısaca nasıl değerlendirebilirsiniz?
Öncelikle herşey, bugünkü gibi olmasaydı eğer, ‘bugünkü’ gibi olması için arzu eder ve çaba sarfederdim. Elbette sanatsal tercihlerim açısından söylüyorum bunu. Yani yapıyor olduğum tür, anlayış, kullandığım teknik gibi tercihlerin beni yansıttığını düşünüyorum. Sanatçının kendisine ait olmadığını düşündüğü tüm etkilerden sıyrılarak, ‘kendisine’ ulaşabileceğine inanıyorum. Sanırım yine de herşeye karşın dışavurumcu, hiperrealist ve ruhsal uzantıları olan seçenek tercihleri bana yakın gelirdi. Sorunun diğer kısmı ise, çok zor ve farklı açılımları muhtemel, komplike bir yapıda... Özetle şunları söyleyebilirim. Bugün resim 1990’larda olduğu gibi ‘saldırı’ altında değil artık. Öldü, bitti falan denilip demode bir tür olarak da görülmüyor nihayetinde. Zaman, onun hala önemli bir dil ve cevap olduğunu ortaya koydu ve benim yüzeyi tercih nedenim de bu aslında. Bizim lisansüstü eğitim yıllarımız tam da bu tartışmalara denk gelmişti. O dönemlerde sıklıkla “Resim öldü!” tartışmaları yapılmaktaydı. Bu tartışmalar doğal olarak “peki yeni resim nasıl olmalı?” sorusunu da sordurmaz mı?.. İşte 1990’larda mevcut resmin sorgulanması adına sorulan soruların cevaplarını, bugünkü resim vermektedir. Bu eleştirilerin Türk Resim Tarihinde önemli dönüşümler ve kırılmalar yarattığını düşünüyorum. Bugünkü haliyle resim, çağdaş sanatın önemli ve vazgeçilmez bir bileşeni durumundadır ve artık sınırları da eskisi kadar dar değildir. Bazen tuvali de aşarak farklı malzemelerle diyaloğu gereksinen, kavramsallığı dışlamayan, siyasal olan ile iç içe ve zamanlararası diyaloğu önemseyen; bazen boyasal değerlerin ve becerinin ısrarla korunduğu ve yeni bir ilişkisel bağlam üzerinden imgelerin kurgulandığı sıradışı yapıtlarda kendini gösterebilmektedir. Bu anlamda Türk Resmi’nde son 15-20 yıldaki değişimi, -tüm bize özgü olumsuzluklara karşın- son derece etkileyici buluyorum; bugün en dinamik ve üretken alanlardan biri. Tabii tüm bunlardan bahsederken sahip olduğumuz pek çok önemli olumsuzluğu da görmezden gelemeyiz. Sanat belki de hiçbir dönemde mevcut piyasa koşullarının bu kadar yönlendirdiği ve etkilediği bir üretim biçimi olmamıştı. Bienaller, fuarlar, müzayedeler ve hatta pek çok galeri, ne yazık ki bütünüyle tüketim arzusunun tatminine endekslenen stratejileri benimsiyor. Bu tehlikeli bir şey... Tüketimin ve “gösteri” dünyasının kodlarıyla kendisini tanımlayan bir sanat dünyası olabilir mi? Aksine sanatın asli görevlerini hatırlaması beklenir. Özellikle modern sonrasının ilkesel esnekliği ve “sanatsal” addedilen pekçok şeyin değişim geçirmesi ya da yitip gitmesinin ardından oluşan ortamın değerleri, sanatın dışındaki aktörlerin de sanat alanına dahil olmasını sağladı. Burada politikaların, stratejilerin ve gücün “sanatı” kıyıya itmesi gibi bir durum sözkonusu. Bu durumun sonuçta sanatı araçsallaştırma ve otoriter yapılanma gibi sorunlarla yüzyüze getirdiği, daha da ötesi, özgürlükle ilgili temel sorunlar oluşturduğunu düşünenlerdenim. Sanat bu tür yapılanmalara ve piyasanın dalgalanmaya açık seyrine karşı kendisini güçlü kılarak özgür olabilir; özgür olabildiği oranda da güçlü ve ikna edici olabilir!
Bu “angaje” sanat konusu önemli. Peki, siz bu süreçte, bu son seriniz ve seçkiniz bağlamında da düşünerek, nasıl bir strateji izlediniz? Bu koşullu süreçlerden ve sanatın araçsallaştırılması olarak tanımladığınız angajmanlardan nasıl uzak kalabilmektesiniz?
Ben sanatı kitaplardan ve sanatçılardan öğrendim. Hocalığa başlayınca da öğretebilmek için, doğal olarak daha fazla okumak ve öğrenmek zorunda kaldım. Referans aldığım bu kaynaklar önemli bence... Çünkü bu süreç size daha çok ilkelerle yol alma, inandıklarınızı ihlal etmeme alışkanlığı kazandırıyor ve inancınızı da güçlendiriyor. ‘Sanata’ inanabilmek, sadık kalabilmek geri kalan herşeyi ötekileştiriyor. Diğer yandan piyasa ve aktörleriyle inanmadığım türde ilişkilerden uzak durmayı her zaman daha önemli gördüm. Ayrıca daha önce sanatsal açıdan olumsuzluğuna işaret ettiğim akademisyenliğin sanatçıya sağladığı pozitif bir durum da söz konusu; bu da, ekonomik kaygıyı ortadan kaldırarak, sanatsal açıdan özgür bir tavır sergileyebilme fırsatı sağlamasıdır.
Hayata bakışınızı ve üretimlerinizin düşünsel ve biçimsel altyapısını nasıl bir manifesto özetleyebilir?
Aslında öteden beri, tematik vurguları sıklıkla ele alsam bile, dili ve anlayışı sorun olarak gören bakma şekline sahibim. Bu nedenle, neredeyse her sergimde farklı bir ‘anlayış’ kendisini gösteriyor. Sözgelimi “Pencereler” isimli sergimde aynı boyutta yüz adet siyah-beyaz tuval ile düzenlemeler yapmıştım. Ayrıca‘Ardışık Örüntüler’de monokrom çalışmış ve çizgiyi ilk kez ‘biçimlendirici’ niteliklerinden sıyırarak, primitif haliyle kullanmıştım. Dili, yöntemi ve kendime özgü olmayı ve değişebilme potansiyelini önemsiyorum. İnsanın ruhsal dünyasına karşı ilgim var; ayrıca öyküler, hikayeler ve olaylar anlatmaktan hoşlanmıyorum. Yapıtı deneyimlemenin güçlü bir ikna edici etki yarattığını düşünüyorum. Bu anlamda, hayatla kavramsal bir bağ kurma çabasındayım. Öğrencilik dönemlerimi saymazsak soyutlama, soyut ve dışavurumcu anlatım tercihlerimin de bu perspektifi yansıttığı söylenebilir sanırım. Malzeme ve teknik olarak da bugüne kadar tuval, ahşap, çizim ve gravür kullandım; şimdilerde üç-boyutlu işler üzerinde düşünüyor ve çalışıyorum. Hem malzeme hem de dile ilişkin arayışlar beni yeniliyor ve yapıtlarıma dinamik bir yapı kazandırıyor. Öte taraftan çağdaş toplum gerçekliğine eleştirel bakmak, kent kültürünü, tarihsel kimlikleri, görsel kültür politikalarını, içinde bulunduğumuz coğrafyanın ürettiği şiddeti ve bunların iktidar ile olan ilişkilerini kültürel kodlar ve simgeler üzerinden yorumlamaya çalışmak beni heyecanlandırıyor.
Böylece yakın dönemde sizin üç-boyutlu çalışmalarınıza da görebileceğimizi varsaymak mümkün mü?
Elbette... öteden beri üzerinde düşündüğüm başka çalışmalar da var. Baskıresimle de ilgilendiğimi ve uzun yıllar çalışmalar yaptığımı biliyorsunuz. Bunlarla ilgili de baskıresimde klasik uygulamalardan ayrılan, deneysel sayılabilecek, mekan düzenlemeleri şeklinde çalışma projelerim var. Sanıyorum bundan sonraki sergim, üçboyutlu çalışmalar, tuvaller ve bu tür baskılardan oluşacak.
Bugün içinde bulunduğumuz noktada çağdaş sanatın temsil ettiği düşünsel ve biçimsel nitelikleri kısaca nasıl tespit edebiliriz?
Çağdaş sanatın temsilinin ölçü, kural ve sınırı herhalde kalmadı artık. Sanatın ne olup olmadığı ve “estetiğe” ilişkin 1960’lı yıllardan itibaren yapılan sorgulamalar, çağdaş sanatın temsil ettiği formları da alabildiğine genişletmişti. Bu avangard damardan beslenen günümüz sanatı da, kontrolsüz bir şekilde özgürleşti. Mutlak sınırsızlığa sahip bir özgürlük düşü mümkünmüş gibi, her yapılanın kabul edilebileceği gibi bir anlayış yaygınlaştı. Öte taraftan çağdaş sanatın dikkat çekici örneklerine baktığımızda, bunların günümüz sorunlarına duyarlı, ani tepkiler verebilen, gerektiğinde siyasal olabilen, soru soran ve cevap arayan, en önemlisi de ötekileşmiş anlayışlarla birlikte düşünmeyi gereksinen bir yapıyı temsil ettiğini görebiliriz. Çoğu zaman modern olanın eleştirisi gibi bir temsili üstlenmesi, küresel olgulardan beslenmesi, günümüz sosyolojisinin ürettiği sorunlar ve seçenekler üzerinden yol alması onun çoğul, farklı zamansallıklar ve doğal olarak da bol göndermeli dili benimsemesini sağlamıştır. Kuşku yok ki, modernizmde bastırılarak bugüne taşınması sağlanan pek çok sorun üzerinden temsiliyet oluşturmaya çalışan söylemler, ister düşünsel ister biçimsel olsun çağdaş sanatın altyapısını oluşturmaktadır. Tarihsel mirastan beslenmek, bugünün geniş anlamda sorunlarını araştırıp ortaya çıkarmak; malzeme, araç, dil sınırı tanımaksızın yeni görsel stratejiler üzerinden bireyi etkilemek, çağdaş sanatçılar için önemli görülebilmektedir.
Yıllar içerisinde izleyicilerinizden aldığınız feedback’ler nasıl? Size ulaşan yorumlar, eleştiriler ve düşünceler ile ilgili bizimle paylaşabileceğiniz geri-dönüşler arasında dikkat çekici olanlardan örnekler verebilir misiniz?
Sistematik bakma yöntemleri pek gelişmediği için, bizdeki geri dönüşler, çoğu kez motive edici, pozitif ve “övgü” kategorisinde değerlendirilebilir. İrdeleyici, çözümleyici olan ve yapıtı anlama/deneyimleme çabasından çok, klişe ifadelerle takdire yönelik değerlendirmeler dikkat çekmektedir. Yani “adam bu kadar uğraşmış sergi açmış, bir de kötü mü diyelim şimdi” anlayışı yaygın. Bu nedenlerden olsa gerek, bugüne kadar olumsuz veya negatif olarak nitelendireceğim bir geri dönüş almadım doğrusu. Ancak çoğu kez insanlar o kadar çok çizgiyi, fırçayla nasıl düzgün çizdiğimi merak edip “Ne kadar da sabırlısın”, “Cetvelle mi çiziyorsun?” diye sormadan edemiyorlar. Öte taraftan daha çok yurtdışındaki sergilerimde izleyicilerin çok soru sorduğu ve yapıtı anlamak için dikkat çekici bir çaba sarfettiklerini gözlemledim. Yani yapıt hakkında yorum yapmak ve karar vermekten çok, sanatçının sorununa, önerilerine ve yöntemlerine verilen önemi, onu öğrenme ve merak duygusu ile ortaya konulduğuna tanık oldum. Sanırım, sanat ile kurulabilecek en sağlıklı ilişki de böyle olmalıdır.
Bu “Cetvelle mi çiziyorsun?” sorusu önemli. Zira sizi konstrüktivizme de yakınlaştıran bir tespit gibi aynı zamanda. Ne düşünüyorsunuz bu konuda? Çalışmalarınızda Rus avangardının da varlığından söz edebilmek olası mıdır?
Çizgilerin çizimi aslında tamamen teknik bir şey. Bugüne dek çizgiyi resimde bu şekilde çizene rastlamadım. Eskiden reklam tabelalarının yazıları, önce ince uçlu fırçalarla konturlanır sonra içleri doldurulurdu. İşte benim çizgilerim o konturların çiziminde kullanılan yöntem ile aynı. Yani özü itibariyle reklamcılardan ödünç alınmış bir teknik. Bu çizgileri yanyana üstüste katmanlaştırarak kullanmak bir taraftan güçlü bir derinlik duygusu yaratıyor, diğer taraftan rengin etkisini bir kaç kat artırıyor. Ben bu etkiyi çok önemsiyorum. Daha doğrusu bu yöntemi tercih nedenlerimden en önemlisi bu etki. Öte taraftan hiç kuşku yok ki, konstrüktivist sanatçılarla ortak yönlerimiz var. Konstrüktivistler, geometri ve soyutu, toplumsal fayda ve sorunlar ekseninde ilk kullanan sanatçılar olarak önemli bir yol açtı; ve bu yol 20. yüzyıl boyunca büyüdükçe büyüdü. Ayrıca bugünün de önemli bir referans kaynağı. Son on yıllık çalışmalarımda belirginleşen geometrik dil, mimari unsurlar ve birbirine eklemlenen parçaların ilişkileri açısından düşündüğümüzde, konstrüktivistlerle güçlü bağlarımın olması kaçınılmaz. Hem düşüncelerinden hem de yapıtlarından etkilendiğimi ve yararlandığımı da söylemeliyim. Ayrıca sadece konstruktivistler değil, soyut dışavurumcu gelenek (daha çok Post-painterly abstraction), kavramsal sanat, minimal sanat ve günümüzdeki uzantıları benim için önemli referans noktaları. Tüm bunlara karşın benim çizgiye ayrıcalıklı bir yer vermem, onu söz konusu ettiğim teknik ile ilişkilendirerek salt kendisi olarak kullanmamın beni bu referans noktalarından önemli ölçüde ayrıştırdığı kanaatindeyim.
Aktif olarak ulusal ve uluslararası projelerde rol almaktasınız/aldınız. Sergi ve sanat aktivitelerini karşılaştırsak nasıl bulgularla karşılaşabiliriz? Ve yurtdışıyla ülkemizin üretimi arasında nasıl analojiler ya da zıtlaşmalar bulunmaktadır?
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, her ülkede geniş bir etkinlik ve anlayış skalası var. İyisi, kötüsü, mükemmeli, kusurlusu ve kusursuzu var. Ancak bana göre belirleyici olan, yöntem ve yaratıcı bakıştır. Kültürün, bireysel alışkanlıkların sanatsal üretimin ve sunumun karakterini ne ölçüde etkilediğidir. Sözgelimi Avrupa’da sistematik ve analitik bakışın, ilişkiselliğin, üretimde ve sunumda egemenliği dikkat çekici iken, bizde çoğu kez nedenleri açıklanamayan bir ‘keyfiliğin’ hüküm sürdüğünü görürüz. Sanatta çoğu kez, normalleştirici bir yaklaşım olarak keyfiliğin ardına sığınılır. ‘Ben’ ile başlayan bütün cümleler sonsuz bir keyfiyet sunar. Tabii sanat bu keyfiyet ile birlikte ardında güçlü kültürel birikim, alışkanlık ve ‘gelenek’ ile mümkündür. Bunlar yok ise bu keyfiyet, sanatçıya/kişilere olağanüstü bir dokunulmazlık hakkını da verir ki, bu da denetlenebilir ve eleştirilebilir olmaktan uzaklaştırır. Bunları dile getirebilecek bir eleştiri mekanizması da yok maalesef. Son zamanlarda -sadece bizde değil tabii ki- eleştirinin itibarsızlaşması ve ciddi eleştiri/okuma metinlerinin de ortaya çıkmaması, ya da çıkanların da okunmaması bu sorunları maalesef katmerleştiriyor. Doğal olarak ta tüm bunlar bir çok şeyi flulaştırıyor ve okunaksızlaştırıyor. Çoğu kez çok çok önemli görevlerde bulunmuş kişiliklerin , bir anda yok olması bu flulaşma ile ilgili. Sanatta da bu böyle… Son yirmi yıllık tarihimize baktığımızda, zamanında önem atfedilmiş pek çok sanatçının/yöneticinin bugün ‘olmaması’ çok hazindir. Öte taraftan bizde ne yazık ki, son yıllara kadar sanatın öğrenilebilir bir kültür olduğu anlaşılamadı. Anlaşılamayan bu şeyin eğitiminde de başarılı olunamadı maalesef. Bugün eğitim kurumlarımızın pasif tutumu, yaşanılan dönemi analitik yöntemlerle okuyamaması, ‘kalıcı’olabilecek bir kültür ve yöntemler üretilememesi, bunu yeterince açıklıyor sanırım. Çağcıl olamayan yetersiz eğitimimiz, yaptıklarımızı sistematik yöntemlerle okuyup değerlendiremeyişimiz ve üstüne üstlük ‘keyfi’ olana aşırı tutkunluğumuz, dünyada ki yenilikçi uygulamalardan bizi ayrıksılaştırıyor. Kanımca bugün burada sanat adına yapılan birçok şeye, orta halli bir batılı baksa, bunları anlamakta zorluk çekecek ve bu tür şeylerle meşguliyetimizi konumlandıramayacaktır.
Bu son kişisel serginizle ilgili bizimle neler paylaşmak istersiniz ve son olarak eklemek istedikleriniz?
Bu sergi, 2007 yılından itibaren yaptığım çalışmalarımın içinden oluşturduğumuz bir kompozisyon. Monokrom bir resimden, çok renkli, çok parçalı tuvale; ve kendi içinde parçalı bir kurguya evrilme sürecinin de göstergesi... Aynı zamanda yalın minimal bir form tercihinden simgesel formları da içeren daha esnek ve biraradalığa vurgu yapan geçişi de göstermekte. Farklı serilere/zamanlara ait olabilecek çalışmaların biraradalığı yani… Bunları bir arada sergilemek istememin temel nedeni, bugün tüm bu farklılıkları birarada ve peşpeşe üretiyor olmamla da ilgili biraz. Bu serilerin başlangıcı ayrı ayrı zamanlarda gerçekleşse de, zihnimde zaman içinde onlarla ilgili yeni fikirler ve kurgular oluştu; böylece devam etmeye karar verdim. Yani birçok seriyi iç içe, birarada ve peşpeşe sürdürüyorum. Böylece öteki zamanlarla biraradalık, zamanlararasılık ya da yanyanalık ve parçalı olma hali belirginleşiyor. Seriler, farklı fikirler üredikçe, zaman içinde olgunlaştıkça, kendi kendisini yeniden üretiyor ve birbirine eklemleniyor; tıpkı canlı organizmalar, yada bitimsiz bir oyun gibi. Böylece tek bir zamandan bahsetmek olanaksızlaşıyor. Öte taraftan uzun yıllardır mimari kurguyla ve kent ile ilgiliyim... Kentsel mimariden esinlenen, kentin kültürel kodlarının izini süren ve onun temsili olabilecek kimlikle de ilgiliyim. Biçimlerin, tuvallerin birbirine eklenmesi, birbiriyle bütünleşmesi, renklilik, geometri ve düzeni oluşturan diğer unsurlar…Belki düzen, simetri ve geleneğe atıflı ince işçilikli bir dil, en belirginleşen ortak yön. Ancak kentlerin yüklü tarihsel kimlikleri, görsel kültür politikaları ve günümüz hayatının simgesel unsurları temel izlekler olarak bu serginin hareket noktaları olarak görülebilir. Sözgelimi resimlerdeki ısrarlı renklilik ve bunu daha da etkili gösterme düşüncesi gibi unsurlar, görsel kültürün kodlarıyla biçimlenen günümüz kentlerinin ve çağdaş yaşamın karakteristik bir göstergesi. Nihayetinde, cezbedici bir renklilik ile varolan bir kültür var bugün karşımızda… Şaşırtıcı, ilgi çekici ve etkileyici…Bu haliyle aynı zamanda cazibe merkezi ve de vazgeçilmez. Çoşkunun, devingenliğin ve enerjinin sembolü.