Baskıresmin Kalbi Eskişehir’de Atıyor

Zehra Çam :Türkiye’de Baskıresme Bakmak” adlı bir sergi çalışması oldu. Bu sergiyle ne amaçlandı.

Hayri Esmer: Başlangıcından bugüne, Türkiye’deki baskıresim tarihine geniş bir perspektiften bakmayı, onu bir araya getirmeyi; görülmesini sağlamayı ve her şeyden önemlisi de bu birikimi tartışmayı amaçladık. Baskıresim diğer sanat alanlarına göre kamuoyunda fazla bilinen bir alan değil. Bu tür kapsamlı sergiler de çok az yapılıyor. Elli yıllık birikimi bir araya getirdiğinizde kuşaklar arası etkilenmeleri ve değişimin arka planını görmek ve bu sürecin tümünü çok farklı açılardan okumak zor olmuyor. Nitekim sergiden de, ülkemizde 60’larda, zor ve kısıtlı koşullarda başlayan baskıresim geleneğinin geçen elli yıllık süreçte evrilerek küresel dünyaya eklemlenme süreci görülebilmektedir.

ZÇ: Ülkemizde birçok sanat Batı’dan esinlenerek gelişti. Baskıresim konusunda durum nedir?

HE: Baskıresimde de durum pek farklı değil. Baskıresmin bu topraklarda ilk kez,  15. yüzyıldan itibaren  azınlıklar tarafından kullanıldığını görmekteyiz. Bunlar daha çok kent ortamından ve tarihi değeri olan mimari yapıların çizimleridir. Osmanlılar’da bugünkü grafik alanına karşılık gelen amaçlarla kullanılmış. Yani duyurular, tanıtımlar, süslemeler, halk resimleri, belgeler ve kitap resimleri gibi… Batılılaşma süreciyle birlikte zaten sınırlı olan sanat çevrelerinde tanınsa bile, Batılı anlamda sanatsal endişeleri yansıtan ilk örnekleri, 20. Yüzyılın başında Hoca Ali Rıza tarafından yapıldığını görüyoruz. Eğitimde ise, 1930’larda Akademi ve Gazi Eğitim Enstitüsü’nde sanat öğrencileri bu alanla tanışmaya başlıyor. Nihayetinde gerçek anlamda modern bir baskıresim geleneğimizin 1960’larda başladığını söylersek yanlış olmaz. İşte, sergimiz esas olarak bu tarihlerden başlayıp  günümüze kadar geliyor.

ZÇ: Bazı sanatçıların koleksiyonları daha sonra gezici olarak sergileniyor. Picasso, Dali gibi. Baskıresim sergisine ilk defa bu kapsamda 131 Sanatçının katılımı sağlandı. Bu serginin ve sanatçıların daha çok tanınması için böyle bir projeye dönüştürülmesi düşünülüyor mu?

HE: Aslında fikir oldukça etkileyici ve güzel…  Olması gerekiyor da... Ancak tüm bunların planlanması ve olası sorunların aşılması zaman alıcı. Eser sayımız, normal bir sergiyle kıyaslanamayacak kadar çok. Bu eserlerin bir kısmı, özellikle hayatta olmayan sanatçıların yapıtları çeşitli koleksiyonlardan ödünç alındı. Dolayısıyla da bir taraftan yeterli büyüklükte mekanı, diğer taraftan eserlerin güvenliği sağlamak ilk etapta kolay aşılabilecek sorunlar değil.  Eskişehir’de bile eserleri sergileyecek tek mekan bulamadık. O nedenle de eserleri iki ayrı mekanda sergiliyoruz. Ancak yine de söz konusu ettiğim sorunların çözümü halinde sergiyi diğer kentlerimize taşımaya kapalı değiliz. Bu anlamda İstanbul’dan gelen bir öneri, bu sorunları aşabileceğimiz koşulların varlığını gösteriyor.

ZÇ: Sergi ne kadar bir zamanda oluşturuldu?

HE: Düşünce olarak öteden beri varolmakla birlikte, projelendirmeye 2011’in başında başladık. Tabii hedefimiz, bir dönemi belgeleyen sergi olarak geçmişten günümüze baskıresmin ülkemizdeki görünümünü ortaya koymakla birlikte, hazırlayacağımız katalogla da sonraki kuşakların güvenilir bir birikime kolay ulaşabilmesini sağlamak idi.  O nedenle de katalogda eser, sanatçı hakkında ansiklopedik bilginin yanı sıra sanatçıların sanat görüşlerine ilişkin yazılara ve baskıresmin 15. yüzyıldan, bugüne uzanan tarihçesine yer vererek, eğitsel ve belgesel niteliğinin de olmasını istedik.

Serginin ülkemizdeki baskıresim gerçeğini yansıtmasını önemsedik. Dolayısıyla da bölümümüzdeki arkadaşlarla hangi sanatçıları davet edeceğimiz; ölçü ve kriterlerimizin neler olabileceği; hayatta olmayan sanatçıların yapıtlarını nasıl bulabileceğimiz konusunda sıkı bir çalışma yaptık. Eksiklikler yok mu diye sorarsanız. Elbette olabilir. Ama 1930’lardan günümüze serginin omurgasını iyi kurduğumuz konusunda hiç bir kuşkum yok.

ZÇ: Serginin tarihsel birikimi içerdiğini söylüyorsunuz. Peki günümüz baskıresminin bu sergideki yeri nedir?

HE: Günümüzü iki şekilde görebiliriz bu sergiden: birincisi yaşlı ve orta kuşak olarak niteleyebileceğimiz sanatçıların bugünkü üretimleri üzerinden; ikincisi 80’lerden sonra sanata başlayan bugün genç kuşak olarak nitelenen sanatçılar üzerinden görmek olasıdır. Özellikle 80 sonrası sanat bugünü tanımlamamızda önemli görülmektedir. Sergideki birçok yapıtın bu zaman dilimine tarihlendiğini görüyoruz. Türkiye’nin dışa açılması, liberal politikalar, uluslararası iletişim ve ulaşım olanaklarının doğması, bu dönemde sanatsal üretimi artırmış aynı zamanda modernist sanat ile hesaplaşma sürecini de başlatmıştır. Baskıresimde de, dolayısıyla bu sergide de bu dönüşümün yansımalarını görmek zor değildir. Teknik arayışlar, kurgu, nesneyle kurulan ilişkiler,  kavramsal ilişkileri önemseyen yenilikçi ve deneysel arayışlar, giderek de küresel olgularla bütünleşen bir baskıresim süreci bu dönemin dikkat çeken özellikleri.

ZÇ: Anadolu Üniversitesi GSF, benzerleri arasında birçok açıdan çok önemli girişimlerde bulunuyor ve öncülük ediyor. Baskıresim konusunda öncülük üstlendiğini söyleyebilir miyiz?

HE: Elbette fakülte olarak üzerimize düşen sorumlulukları  yerine getirmeye çalışıyoruz. Baskı Sanatları Bölümü  olarak da kendimizi daha ağır sorumluluklar altında hissetmiyor değiliz. Neden derseniz. Çünkü bölümümüz Türkiye’de ilk kez Anadolu Üniversitesi’nde açıldı. Bundan dolayı da baskıresim kültürünün ne olduğunu ortaya koymak, onu tanımlamak ve biçimlenmesini sağlama noktasında sorumluluğumuzun büyük olduğunu düşünüyoruz. Bu alana dair, ülkemizde literatür oluşturmak; oluşmuş birikimimizi kamuoyuyla paylaşmak ve evrensel kültüre eklemlenmesine katkıda bulunma görevlerimizin olduğunu düşünüyorum. Diğer taraftan verdiğimiz lisans ve lisansüstü eğitimle de alanında yetkin ve çağdaş sanata hakim sanatçı ve eğitimciler yetiştirmeye çalışıyoruz.

ZÇ: Eskişehir sanat alanında birçok alanda çekim merkezi oluyor. AÜ GSF ve Çağdaş Sanatlar Müzesi’ne sahip olması neleri kolaylaştırabilir.

HE: Kısaca birçok şeyi… Her şeyden önemlisi niteliğinden kuşku duymayacağımız bir sanatla buluşmayı kolaylaştırabilir… kamuoyunun güzel sanatlarla nasıl bir ilişki kurması gerektiği konusunda yardımcı olabilir;  ve çağdaş bir kentle bütünleşebilecek çağdaş bir sanatı  kente taşıyacak büyük organizasyonlar yapabilir. Aslında çağdaş kentlerin biçimlenmesinde bu tür kurumların, görev ve sorumlulukları o kadar da belirsiz değildir. Yani bunlar, 20. yüzyılda çok tartışılmış ve bugün artık tanımlanmış şeyler olarak ortada durmakta. Sanat eğitimi veren kurumlar, eğitim stratejileriyle bir taraftan çağcıl bir sanat eğitimi vererek önemli bir altyapı donanımı ve potansiyeli oluşturur, diğer taraftan çağdaş sanat üretimini  gerçekleştirerek  bunu kamuoyuyla paylaşır. Keza müzeler de üretilmiş sanatsal kültürün çok farklı sunum şekilleriyle kamuoyuyla buluştuğu en güvenilir ortamlardır. Müzeler sadece geçmişimizi sergileyen mekanlar değil, aynı zamanda günümüz çağdaş sanatını da sergileyerek, çağdaş kültürün oluşumuna katkı sağlayan ve de  yaşayan mekanlardır. Bu anlamda ‘Türkiye’de Baskıresme Bakmak’ sergisiyle sadece Eskişehir sanat ortamına değil, Türk sanat ortamına Eskişehir’den bir katkı getiriyoruz. Çünkü bu Türkiye’nin baskıresim bilançosu.

ZÇ: Hocam bir de Baskıresim hobi olarak yapılabilir mi? Bunun için gerekli donanıma sahip olmak ve uğraşmak pahalı bir maliyet midir?

HE: Elbette yapılabilir. Bu olanaksız değildir. Bunu yapmayı arzulayan insanın, bu arzusu için neleri feda edebileceğiyle ilgili bir durumdur bu…. Evet bu, bizim insanlarımız için çok iyimser bir bakış oldu. Aslında o kadarda kolay olduğunu söyleyemeyiz. Baskıresmin bazı uygulamaları tıpkı yağlıboya resim gibi ev ortamında yapılabilir. Ama gravür, litografi ve serigrafi gibi uygulamalar için altyapı donanımı olan atölyeler zorunludur. Haliyle hatırı sayılır bir maliyeti de çıkmaktadır tabii. Ayrıca bu uygulamaları yapmak teknik bir bilgiyi de gereksinir. O nedenle ilgili olanların mevcut atölyelerde teknisyenler yardımıyla yapmasını daha doğru bulurum. 

ZÇ: Bu konuda kentimizde çalışmalar yapılabilir mi?

HE: Elbette yapılabilir. Bu tamamen talep ile ilgili bir durumdur. Talep de alışkanlıklarla tabi ki…özel atölyeleri bu tür talepler doğurur. Aslında bölümümüzden mezun olan ve Eskişehir’de ikamet eden öğrencileri dikkate aldığımızda bu tür atölyeleri profesyonel bir şekilde yönetecek ve işletecek  önemli bir potansiyel olduğunu düşünüyorum. Ayrıca Belediyeler ve Halk Eğitim Merkezleri bu tür atölyeleri kurarak kamuoyundaki beklentilere cevap verebilir. Bunun sanatsal kültürün benimsenmesinde önemli bir katkı olacağını düşünüyorum.

ZÇ: Son olarak plastik sanatlar açısından Eskişehir’I nasıl değerlendiriyorsunuz? Varlık gösterebiliyor muyuz?

HE: Üzülerek söylemeliyim ki, iyi bir yerde değiliz. Üniversiteyi varsaymaz isek koca kentte bir özel galeri yok. Bir tane bile olsa büyük bir galerimiz yok. Sözgelimi biz 131 eseri iki ayrı mekanda sergilemek zorunda kaldık. Şehre baktığımızda düzenli çalışan  üç kurum galerisi var, ama bu galeriler de iddialı sergilerden uzak duran bir strateji izliyor. Her şeye karşın iyi niyetli destek ve çabaları görmezden gelemeyiz elbette. Ama ulusal kültüre katkı yapmak daha fazlasını ve her şeyden önemlisi de profesyonel bakışı gerektiriyor. Bu da, tıpkı metropollerdeki gibi büyük bütçeleri gerektirmektedir. Dolayısıyla da Eskişehir’in bunu ne kadar arzu ettiğini bilmiyoruz.  

Zehra Çam, “Baskıresmin Kalbi Eskişehir’de Atıyor” (Türkiye’de Baskıresme Bakmak sergisi ile ilgili Hayri Esmer ile söyleşi) Fallow Mağazin, Şubat 2012 Sayı:2012, Sayfa162-166