Kendine Kapanan Kör Pencereler

Genellikle güncel yaşamın kanayan yaralarına parmak basan Hayri Esmer, yeni sergisinde zaman tünelinin içinden geçerek çocukluk anılarında kalan ve yaşadığı yerlerin yaşamöyküsüne de tanıklık ettiğini söyleyebileceğimiz mimarinin temel bir elemanına  dikkat çekiyor: Pencereler. Gerçeğe ait bir öğenin yaşama dair üzerinde biriktirdiği imge tortularını çözümleyerek görselleştiriyor. Şimdiye kadar izlediğimiz ve özgünlüğüyle sanatçının resmi olarak adlandırdığımız özellikle tema ve resim düzeni açısından oldukça farklı bir Hayri Esmer ile karşı karşıyayız. Sanatçı, tamamıyla yaşanmışlıklardan yola çıkıp buna sebebiyet veren olgunun parçalanan, deforme edilen ve gerçeküstücü bir tavırla yeniden var edilen görüntülerinden değil, direkt biçimsel ve yapısal özelliklerini renklerin yardımıyla “nostaljik” ve “dramatik” boyutta ele alıyor. Siyah-beyaz karşıtlığında izleyici üzerinde etkin bir sahnenin yaratılmasına olanak tanıyor. Bu nedenle renklerin bilinçli olarak seçildiğini satır arasına eklemek gerekiyor. Genellikle güncel yaşamın pençesine takılan ve yaşama hizmet etmeyen her şeyin eleştirel bir bakışla üzerine gitmekten çekinmiyor.  Bu sergisinde  ise günümüzden uzaklaşarak kendi yaşanmışlıklarında derin izler bırakan olgu/olguları resimlerinin bir öğesi haline getiriyor.

Tehlikelere karşı korunmak

Yaşadığımız mekânlarda  dış dünyaya karşı korunma amaçlı yapılan pencereler, yapısal özellikleri  ile resmin estetiğinin temel formu olarak işlevinin dışına  çıkıp imge olarak görselleşiyor. İç  mekânı dışa karşı koruyan ve dıştan gelecek her türlü tehlikeyi içten görebilmeyi sağlayan mimari öğelerdir, pencereler. “Doğduğum yerde pencerelerin duvar gibi örülmesi, dışardan gelecek tehlikelere karşı korumanın bir aracı idi, o zamanlar,” diyor sanatçı. Yerleşim yerlerinde tek katlı zemine yakın, uzanılabilecek yükseklikteki pencereler potansiyel  birer tehlike ve kötü emelleri tetikleyen özele açılan yerlerdir. Öte yandan Türk mimarisinin gelişim seyri içinde, Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki ilk Türk yapıları incelendiğinde inanca bağlı olarak yapılan yapıların pencerelerinin oldukça yüksek, hatta saçak hizasına kadar  gelen bölgede yer aldığı görülür. Devamlı karışıklık ve Anadolu’ya iz bırakma çabası içindeki Selçuklular, tehlikelere karşı  kendilerini güvende hissedebildikleri pencerelerle dışa karşı korunma ihtiyacını duygusal bağlamda  gidermeye çalışıyorlardı. Gerçekten bu sağır / kör olarak tanımlayabileceğimiz pencereler dışa karşı koruma güvenini sağlıyorlar mıydı? “Acımasızlığın ve vahşetin hüküm sürdüğü bu coğrafyada kendi evinde olmak hiçbir varlığa güven vermez. Annenizin ve babanızın evinde kendinizi güvende hissedememeniz ise sizi derinden yaralayan ve içten içe kemiren bir duygu hali olarak içinizde sonsuza dek yaşayabilir” diyor sanatçı.“Pencereler” serisinde, Hayri Esmer’in daha önceki dönemlerinde olduğu gibi soyutlayıcı bir yaklaşım dikkat çekiyor. Bu yaklaşım ile sanatçı, günümüz sanatının yok edici kültürünü eleştirebiliyor.

Parçalanmışlığa eleştiri

Hayri Esmer’in resminde dünden bugüne görselliğe taşınan her şey kendi içinde yaşadığı içsel tepkilerin sonucunda oluşma seyrinin yanında görselleştikçe ayrı bir serüvenin parçası haline dönüşüyor. İleri sürdüğümüz bu görüşe destek vermek amacıyla yine her zaman yaptığımız gibi bir sanat tarihi okumasına bulaşmak istiyorsak kısa bir bellek tazelemesiyle yola çıkmamız gerekiyor. Hayri Esmer,  1990’lı yıllarda önemli yarışmalı sergilerde, arka arkaya gelen başarılarıyla kendi kuşağı içinde disiplinli oluşu ve güncel olaylara bakışıyla dikkat çekiyor. “Pencereler” sergisi tamamıyla yeni bir kavrama ve teknik anlayışa dayalı gibi görünüyor olsa 1990 - 2003 yılları arasında sanatçının gelişim dizgesi, hem tema hem de resim dilini oluşturan imge bağlamında ele alınırsa bir zincire eklenen halkalar gibi birbirini doğurduğunu söyleyebiliriz.

Hayri Esmer’in gerek yurt içinde gerekse yurt dışındaki sergilerde attığı  her adımın kısa bir özetiyle asıl değinmek istediğimiz konuya giriş yaparsak: 1995 - 1997  çizgi, desen çalışmaları, “Karadüşler 1998 - 2000”, “Parçalanmalar 1998 - 2001” ve  “Worry of Existence 2003” ortak bir  tema dilinin farklı malzeme üzerindeki yorumlamalarına dayanıyordu. “Pencereler” başlıklı çalışmalarına baktığımızda belki ilk söylenebilecek en basit tanımlama Hayri Esmer’in farklı bir dünyanın içinde kendisini ilginç bir gelişme çizgisinde bulduğudur. Bence bu çok yüzeysel bir bakış olur karşımızdaki resimler için. Çünkü attığı her adımın hesaplı, tutarlı ve disiplinli  olduğunu, kendini fazla yeniliklere kaptırmayan, daha doğru bir deyişle “ne istediğini bilen” bir tutumla resmine sahip çıktığını vurgulamaya çalışıyoruz. Yazının başından beri ise, bir önceki adımın bir sonraki adım için  ipuçları taşıdığını belirtiyoruz. Tema değişse de sanatçının hayata bakış manifestosu özünde değişmediği için “Pencereler” serisi için de “yok edici bir olgu olarak görülen parçalanmışlığa ve onu var eden kültüre dair eleştiren bir bakışla onun sorgulanabilir yönüne vurgu yapmaktayım” ana fikrini yerleştirebiliriz.

Kendine özgü estetik

“Pencereler” serisinde tuval üzerine akrilik kullanan sanatçı, tek bir yüzeyde kurguladığı kompozisyondan vazgeçerek ayrı ayrı yüzeyleri bir araya getiriyor ve farklı alanlara dağıttığı kompozisyonu duvar yüzeyinde yeniden düzenliyor. Parçalanan imgeler kendi boşluklarından çıkıp uzam içerisinde yeni bir boyutta beliriyor. Bu kendi içinde bir parçalanmaya tekabül ediyor. Siyah-beyaz karşıtlığında dingin, durulmuş, oturmuş bir Hayri Esmer ile karşılaştığımızı sanırken asıl parçalanmayı kendi içinde yaşayan her imgenin boşluğa dağıldığı bir tutum gözlemliyoruz. “Pencereler” serisinde de diğer dönemlerinde olduğu gibi “soyutlayıcı” yaklaşım dikkat çekiyor. Bunun sayesinde sanatçı günümüz yok edici kültürüne yönelik eleştirel bakışının olanaklarını deneyebiliyor. Parçalanan öğelerin, yüzeye dağılmasının yarattığı doğallık ve enerji boşalımının kendine özgü bir estetiğinin olduğuna inanıyor.

 

Milliyet Sanat Dergisi, Şubat 2006, Say:52,53