Şiddetin Alegorik Yansıları
Gökyüzü inleyip derin bir gürültü bıraktığında üzerimize, üşürdük ve sonrasında kızıl bir şafağın ardına sığınıp bölüşürdük nefeslerimizi.....
Gece, kırmızı bir yüz gibi inerdi hep o altın sarısı” yazın gölgelerine.... Eski bir şarkının hüzünlü sözleriydi gözlerimiz..... Hep gözlerimize sinmiş barut kokusunu temizlerdik ıslak ellerimizle…....
Ellerimiz vardı eskiden ve eskiden sırf istedik diye yaşama hakkımız... Eskiden yağmur toplardık karşı tepelerden ve geceleri yıldızları ısıtırdık avuçlarımızda.... Sarsılıp gitti o yürek ve şimdi kırık çıkık bedenimizi taşıyoruz bu yanmış topraklarda... Kulaklarımız çın çın bomba sesleri!... Sessizlikten korkuyoruz artık... Bir başınalığımızın yıkıcı saatleri....Kayıtsız bir ölüm gibi kayıtsız bir yüz... Ve renkler serilmiş yatıyor insan ölüleri gibi karşı tepelerde...
Renkler kirlendi ve biz kirlendik koca bir çağın isli rüzgarıyla... İçimizden sürekli kendimizi sayıyoruz uyumak için... Uyumakla, uyuklamak arasındaki o kısa aralıkta, yaşamakla yaşamamak arasındaki.
İlkin züpe makinaların tıkırtılarına kurban olduk, sonra parlak çelik mitralyözlere... Buruşturulmuş, atılmış bir kağıt gibi bedenlerimizle saçıldık yeryüzüne... Ölüş kaygısıyla bezeli bir düştü, korku ve dehşetin rengi gözbebeklerimizde...
Ne kaldı ya şimdi, eski gülüşlerden yayılan o sıcak pırıltıdan?... Koca bir yüzyıl devrilip giderken; kana, Ölüme, vahşete adanmış o büyük insanlık!... Dumanı tüten bir toprak ve şiddetin yayılmacı, şehveti!... Oluşturalım derken yok ediyoruz o kutsal mabedi. Bedenlerimizi, sinirlerimizi ve onurumuzu çiğnedik büyük ayaklarimizla... Hiçlik ve boşunalık duygusuyla kıvranıyoruz cehennemi bir gebelikte... Belki üretkenliğimizi sorgulamalıyız, varlık olarak ne eklediğimizi bu anlamsızlık evrenine... Sanatı ve onun alegorik yöntemini.
Bu çaresizliği dillendiren "çağinin kurtarılmış onuru" olan sanatçıyı... Savaşı ve şiddeti uzun sûredir yapitlarinda sorgulayan Esmer'i irdeliyoruz şimdi...
Esmer; savaşın ve şiddetin görüngülerini soyut bir biçimler evreninde yoğuruyor. Dikine uzanan hareketli ve ekspresif formlarla gerilimli yüzeyler oluşturuyor çalışmalarında... Kaygılarıyla ve biçemiyle örtüşen "gravûr" tekniğiyle ele aldığı çalışmalarında, renksel bir leke düzeni kurgulayıp, çizgisel bir yoğunlukla yapılaştırdığı derinlikli yüzeylerle; yok olan, yitmiş bir evrenin alegorik düzlemini didikliyor...
Sivri ve gerilimli ağırlığıyla merkeze hapsettiği koyu alanların ardında geniş yüzeylerde hareket eden kırık çizgiler, son dönemlerde yazınsal sembollerle, kaligrafik göstergelerle ayrı bir içeriği kurcalıyor. Bu semantik (anlam-bilimsel) göstergeler sanki insanlığın uygarlık düzeyine alaysı bir bakışı yansıtıyor.
Soğuk metalin yüzüne işlenen soğuk bir evren.... Savaşın kan kusan şafağı... Esmer'in biçimleri parçalayıp ana motiften çevreye yayılan dinamik unsurlarla ifadelendirdiği yüzeyler; şiddetin imgesel tasviri gibi duruyor çoğunca... Tekniğin özle tümleşmişliğini duyumsatıyor.
Önceleri renkçi bir yönelim içindeyken zamanla koyu karanlik alanlara hapsettiği fiziksel yumaklarla, kışkırtıcı bir vurgu peşinde gibi görünüyor Esmer... Bu yok oluşa direnen parlak renklerle gizli bir çağrı yapıyor sanki...
Sanki varoluşu fısıldıyor kulaklarımıza... Bir öz gibi soyunmuş ağırlığından yürüyoruz yeni güne...
Hüzünlü sesimizi duyurmak için belki öleceğiz yeniden... Ama cesetlerimiz daha sıcak olacak eskisinden..
30 Ekim 1999
Rıfat ŞAHiNER
Not: Bu yazı, Hayri Esmer'in 1999 yılında açılan 'Şiddet İmleri' isimli sergisi için kaleme alınmış ve yayınlanan kataloğda yer almıştır.