Uygarlığın Parçalanışı

Soğuk savaşın ardından dünyada oluşan yeni parçalanmalarla beraber insanlık belirsiz bir sürece sürüklendi. Ekonomik kalkınma, yükselen yaşam standartları, bilgi, teknolojik ilerleme daha hızlı yayılmasına rağmen, zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul kılan ilişkiler sistemi içinde, dışlanan ülkeler eşitsizlikle yüz yüze geldi. Dayatılan toplumsal ve kültürel yapıyla savaş ve şiddet taşıyıcısı kitleler yaratılır oldu. Samuel P. Huntington'ın Arnold Toynbee ve Bernard Lewis’ten sonra genişleterek büyük bir tartışma ortamı yarattığı “Medeniyetler Çatışması” tezi, ideolojik, ekonomik mücadelelerden değil, bunun yerini alan uygarlıklar arası kültürel çatışmaları gündeme getirir oldu. Birey, parçalanmış bir olasılıklar evreni ile karşı karşıya kalırken, dünyamız sekiz medeniyet arasında her an patlayabilecek savaşlara gebe kaldı. 

Şiddet, savaş sanat tarihinde en çok işlenen konular arasında yer aldı. Vahşet görmemiş bir yüzyıl hiç olmadı. Birinci ve ikinci dünya savaşlarına, soğuk savaş yıllarını izleyen etnik kökenli çatışmalara, kitlesel şiddet eylemlerine hangi sanatçı duyarsız kalabilirdi ki?. 

Goya’nın eleştirel tavrını sürdüren, sonuna kadar halkçı tavırlarını koruyan Daumier, Courbet, Beckmann, savaşa karşı tepkisini Süprematizm’de arayan Malevich, savaşa katılan Heckel, Kirchner gibi Ekspresyonistler, karşıtlıkların dengesini temel renklerde arayan Mondrian, rehine resimleriyle Fautrier, kömürleştirilmiş çuvallarıyla Burri, sert darbelere uğramış tuval ve seramikleriyle Fontana ve daha niceleri kullandıkları malzeme, renklerle şiddeti bütün gerçekliğiyle hissettirdiler. 

Yaklaşan bir savaş endişesinin yarından da yakın olduğu bu günlerde, Hayri Esmer’in ‘Parçalanma’ isimli gravür sergisi, resimsel düzlemde sanat adına bir işlev üstlenirken dünyanın savaş, şiddet gibi yok edici olgularla alabora olmuş, bütünselliğini kaybetmiş görünümünü çarpıcı görsel imgelerle sunuyor. Gravürün yapısına işlenen parçalanma olgusu, metalin oyuklarına giren boya izleriyle, uyarıcı bir güç yaparak, hem uygarlıktan, hem de doğadan duyduğumuz korkuyu açığa çıkarıyor. İç içe geçmiş parçalanmışlıklar yok oluş endişesi yaratırken, bencil çağımızın akibetini gözler önüne getiriyor. Aynı zamanda günümüz insanının yarattığı savaşların, toplu yıkımların, felaketlerin, şiddetin, insanın insanı öldürüşünün verdiği acının bu lekelerde çığlıklaştığına tanık oluyoruz. 

Hayri Esmer, 1987’de Gazi Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Resim Bölümü’nü bitirdikten sonra Hacettepe Üniversitesi’nde yüksek lisans ve doktara eğitimini tamamladı. Özgün baskı alanında olsun, tuval resminde olsun üst üste kazandığı ödüller, özellikle yurt içi, başta Almanya olmak üzere yurt dışında  açtığı karma ve kişisel sergilerde bir aydın, sanatçı kimliğiyle şiddete, savaşa duyduğu tepki üzerinde yoğunlaşarak, çalışmalarıyla adından söz ettirdi. Alman sanatçı, Rede Hannes Pohle, onun sanatının, Pergamon, Efes, Truva, Milet gibi eski kültür bölgelerinin izlerini içinde taşımasından, savaşların yarattığı kültürler arası çatışmayı vurgulamasından, günümüzde de devam eden kültürün yıkıcı eğilimlerine, bir sanatçı olarak onu olumsuzlayan içerikleri öne çıkarmasına dikkat çekmektedir. 

Yaşadığımız gerçeklerin karmaşık katmanlarını ortaya çıkaran bu sergisinde Hayri Esmer, ‘günümüzün yok edici kültürüne yönelik eleştirel bakışın olanakları’ üzerinde odaklanmış durumda. Kurgusal olarak düşünülen, soyutlayıcı bir yaklaşımla, yaşadığımız kültürün parçalanmışlığı, tüm özelliklerini yitirip bir patlama anının ikiye bölünmüşlüğüne vurgu yapıyor. Bu çalışmaların gravür olmaları teknik ve konunun birlikteliğini de ayrıca o kadar iyi tamamlıyorlar ki kazınılan her çizgi, yazgımızın dramatikliğini, yüzyılımız insanının çarpıklığını, çelişkilerini, sanatın sorgulamasına bırakıyor. Korkunç bir patlamanın etkisiyle oluşmuş çukurlar, çevreye yayılan parçalanmış güçlü bloklar, formlar. Çinkoya, sivri uçlu aletlerle kazılan keskin geometrik formlarda şiddetin, savaşın yok edici gücünü yansıtan ekspresif vuruşlar, bizi gerçeklerle yüz yüze getiriyor. 

Sanatçının “Parçalanma” serileri plastik olanaklar bağlamında yeni bir bakış açısı da sunumluyorlar. Bu çalışmalar, ne, Uccelo’nun daha çok perspektif kaygılarını ön plana çıkararak, yaptığı “San Romono Savaşı”da (1450) olduğu gibi tahta silahlarla oynanan bir savaş sahnesini, ne Goya’nın “Savaşın Felaketleri” zincirini gösteren resimlerini ne de Picosso’nun bizi derinden sarsan “Guernica”sı (1937) gibi savaşı ve şiddeti açıkça resmetmiyor. O, gerçekleri derin bir soyutlama mantığı içinde süzümleyip bize sunarken, kendi iç sesimizin boğazımızda düğümlenmesini sağlıyor. Özellikle savaşın soluğunu hissederken, ‘Parçalanma Gravürleri’ olabileceklere karşı bir uyarı metinleri okur gibi beyinlerimize: Savaş ‘barbarlıktır, tiksindiricidir’.

Kurtuluşun belki de mümkün olamayacağı, yok edici silahlarla tahrip edilecek kültürümüz, uygarlıkların çatışmasıyla, insanın doğasında aslında hep saklı  tuttuğu barbarlığı yeniden ortaya çıkaracak. İşte, bu yıkıcılık ve parçalanmanın eleştirel sorgulaması üzerinde yoğunlaşıyor çalışmalarında sanatçı.

Aynı zamanda Esmer, çağıyla yüzleşiyor. İnsanın barışçıl bir dünya yaratmadaki başarısızlığı ve samimiyetsizliği karşısında durarak, savaşın derinlerdeki anlamını sorgulayarak yaşamı ve ölümü kendi içinde yansımalarla dolu çelişkileriyle ön plana çıkarıyor. Güçlü bir kompozisyon mantığı içinde birbirlerine karşıt ikilemleri sergileyen düşünceleri açıkça vurguluyor. İnsanın kendi eliyle kurup sonra da parçaladığı kültür varlıklarımızın ters yüz edilmiş görüntüsü parçalanan, alabora olmuş birbiri içine geçmiş mekanlarda artık kendimiz ve dünyamız için geriye dönüşü olmayan bir yola girdiğimizi izliyoruz. Dünyanın sonu geldiği düşüncesini en çarpıcı biçimde hissettiren görünümleri, resmin içeriğine uygun olarak sert darbelerle, rastgele bombalanmış uygarlığın kötülüklerini vurgulayan örnekleri izliyoruz. 

“Yıkıntı” adlı üç serilik çalışması gene mahvolma ve yok olma ürküntüsünü kimi yerde alevlerle kimi yerde parçalanan bloklarla anlatır. Kullanılan nesnelerin soyut biçimleri, siyahın egemenliğinde anıtsallık ve yıkım duygularının görsel karşılığı olarak kullanılmış gibidir.

“Alabora”, adlı eserinde, hem doğaya hem de uygarlığa olan korkumuzla yüz yüze geliriz. Medeniyetin ürünleri artık yoktur. İnsanın kendi eliyle yok ettiği, yerin altına gömülmüş parçalanmış bloklar vardır onun yerine. Sonsuz bir karanlık, insansız yapayalnız bir mekan, karamsar, karmaşık bir görüntüyle doğa ve uygarlığın bombalarla nasıl birbirini yok ettiğini seyrederiz. 

Esmer’in “Parçalanma” adlı çalışması, dünyanın sonu ile ilgili düşüncelerimizi ortaya çıkarıyor. Batı sanatında “Mahşer” konulu sanat eserlerinde gördüğümüz Tanrı’nın öç alıcı elinin yerine kılık değiştirmiş, doğa afetine uğramış yaşadığımız bir çevre vardır: Şiddetle parçalanmış, infilak olmuş bir kültür yığını.  Düzen, ürkütücü yığınlar halinde azgın dalgalara bürünmüştür. Güneş, titreyen yakamozlar, zamanı, doğayı görünür kılan renkler, sonsuz bir mavi yoktur. Herşey artık kaybolan bir cennet için, yıkılan ağıt, korku ve endişeyi hissettirir. 

Esmer, bizleri tedirgin eden bu serisiyle, dinginlikleri, devingenlikleriyle, çelişkileriyle, geçmişin şatafatlı peyzaj tablolarından uzak, bozulmuş, parçalanmış bir uygarlık içinde günümüz dünyasının peyzajlarını sunumluyor. Barışa olan sorumluluğumuza ve dünyayı ilgilendiren gerçeklere, insancıl, barışçıl, bütün uygarlıklarda ortak olan gerçeklere parmak basan çalışmalarla, bu yüzyılda barışa, güven dolu bir yaşama duyduğumuz özlemi hep arıyoruz. 

Galeri Akdeniz, Ankara
21 Şubat-22 Mart 2003